Medet İstemek Şirk midir?
Yalnızca Allah’a Seslenip Dua Edilir
Allah’a dua etmek, ondan yardım dileğinde bulunmak ve ona sığınmak en muazzam, en önemli ibadet çeşididir.
Dua iki çeşittir.
1-Namaz, oruç vb. ibadetler lisân-ı halle yapılan dualardır.
2-Dilekte bulunmak, yalvarmak, yakarmak sûretiyle ihtiyaçların Allah’tan istenmesi de lisân-ı kavil ile yapılan dualardır.
“Rabbiniz
şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp
büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”
(Mü’min, 40/60)
Allah Sübhânehu ve Teâlâ bu âyet-i kerîmesinde kendisine
dua edilmesini emrederek duanın bir ibadet olduğunu bildirmektedir.
Büyüklük taslayarak böyle bir ibadetten uzak duranlara ise azap vaadinde
bulunmaktadır.
“Dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin!...”
(Mü’min, 40/65)
Bu âyette ifâde edilen dua, her iki türü de
kapsamaktadır. Duada ihlâslı olunması emriyle yalnızca Allah Sübhânehu
ve Teâlâ’ya dua edilmesi, dolayısıyla başkasına değil sadece ona
kullukta bulunulması, yalnızca ondan istenmesi, bir tek ondan yardım
dilenmesi ve sırf ona iltica edilmesi emredilmektedir.
“Mescidler hiç şüphesiz ki, Allah’ındır. Bu itibarla, Allah ile beraber başka birine dua edip yalvarmayın!”
(Cin, 72/18)
Arap Dili’ndeki bir kurala göre nehyin (olumsuz emrin)
ardından gelen nekra (belirsiz) isim umum mânâ ifade etmektedir. Buna
göre âyet-i kerîmenin anlamı “Allah ile beraber başka hiçbir kimseye dua
edip yalvarmak câiz değildir” demektir.
“Allah’tan
başka kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri
çağırıp durandan daha sapık kim vardır? Hâlbuki o kimseler, bunların dua
ve çağırılarından habersizdirler.” (Ahkaf, 46/5)
Allah dışında, birtakım ölülere ve taşlara seslenip dua edenden daha sapık kimse yoktur.
Bu âyette geçen (kimseler şeklinde tercüme edilen) “men” مَنْ kelimesi
malum olduğu üzere akıllı varlıklar için kullanılır. Bu da âyetin
kendilerine dua ve ibadet edilen peygamberler, melekler ve sâlih
kimseler hakkında nâzil olduğunu göstermektedir.
Bütün bunları Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem,
“Dua ibadettir.”[i] sözünde toplamıştır.
İbn Abbâs (68/687) radiyallâhu anhumâ’ya
hitâben de şöyle buyurmuştur:
“(Birşey) İsteyeceksen sadece Allah’tan
iste! (Birinden) Yardım dileyeceksen sadece Allah’tan dile!”[ii]
Ahmed ve Taberânî, ‘Ubâde b. es-Sâmit (34/654) radiyallâhu anh’ın şöyle anlattığını rivâyet ederler:
“Ebû Bekir (13/634) radiyallâhu anh, ‘Haydi kalkın, şu münafığa karşı Rasûlullah’tan yardım dileyelim!’ demişti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem “Benden değil, yardım ancak Allah’tan dilenir.”[iii] buyurmuştu.
Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem hayatta iken bile durum böyle olduğuna göre vefatından sonra nasıl ondan yardım istenebilir.
Sonuç
olarak dua ve yardım dilenme sadece Allah’ın hakkıdır. O’ndan başkasına
yöneltilmesi asla câiz değildir. Allah’tan başkasına dua eden, yardım
dileğinde bulunan ya da O’ndan başkasının korumasına sığınan kimse,
Allah’tan başkasına ibadet etmiş olur. Buna göre; Allah’tan başkasına
dua etmek şu üç durumda şirk kapsamında değerlendirilir:
a) Yalnızca
Allah’ın kudretinde olan bir şeyin yaratılmıştan istenmesi. Meselâ;
kalplere hidâyet etme, günahların bağışlanması, evlat bahşedilmesi,
yağmurun yağdırılması vb. istekler. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa,
Allah onun kalbine hidâyet eder. Allah her şeyi bilendir.” (Teğâbûn, 64/11),
“Ve günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki!” (Âl-i İmrân, 3/135),
“Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53),
“Allah
size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için
oğullar (çocuklar) ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla
rızıklandırdı.” (Nahl, 16/72),
“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir.” (Lokmân, 31/34).
b) Ölüye dua edip, ondan dilekte bulunulması. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“…
O’ndan başka çağırıp durduklarınız, bir çekirdek lifine bile sahip
değillerdir. Eğer onları çağırsanız, çağırışınızı işitmezler. Faraza
işitseler bile, size karşılık veremezler. Kıyâmet günü de sizin
ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, her şeyden haberi olan
(Allah) gibi hiç kimse haber vermez.” (Fâtır, 35/13-14),
“Allah’tan başka kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri
çağırıp durandan daha sapık kim vardır? Hâlbuki o kimseler, bunların dua
ve çağırılarından habersizdirler. Nitekim insanlar haşrolundukları
zaman onlar, kendilerini çağırıp duranlara düşman olurlar ve bunların
kendilerine ibadet edegelmelerini (bildiklerini) reddederler” (Ahkâf, 46/5, 6)
Yukarıda da zikrettiğimiz gibi bu âyetlerdeki “men" من kelimesi akıllı varlıklar için kullanılmaktadır.
c) Hazır
bulunmayan üçüncü şahıslara, gâipteki birisine dua etmek. Sesleri
tamamen kuşatan, her şeyi işiten yalnızca Allah’tır. Yaratıklar
açısından gâip sayılan durumlarda sıkıntıda bulunana yardım edebilecek
yalnız Allah’tır. Zira işitmesi bütün sesleri kuşatan sadece Allah’dır.
Nitekim O şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar?” (Zuhruf, 43/80)
“Üç
kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin
gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. İster bundan daha az,
ister daha çok olsunlar ve nerede olurlarsa olsunlar mutlaka O, onlarla
beraberdir.” (Mücâdele, 58/7).
Ne insanoğlundan hiç kimse, ne de
mahlûkattan hiçbir şey, kulların hepsinin seslerini duyamaz. Her kim
insanoğlundan herhangi birinin, kulların hepsinin seslerini duyduğunu
söylerse, o bu sözüyle Hıristiyanların “Şüphesiz Mesih (İsa) Allah’ın oğludur” (Tevbe, 9/30) sözlerine benzer bir söz söylemiş olur. Allah onların bu sözlerinden ne kadar da yücedir.
Faysal b. Kazzâr el-Câsim’in
“Tevhid İnancına Aykırı İddialar ve Cevapları” Adıyla Basılan Eserinden
[i] (SAHİH HADİS): Ahmed
(4/267, 271, 276, 277); Ebû Dâvûd (No:1479); Tirmizî (No:2969, 3247,
3372); Nesâî “es-Sünenü’l-Kübrâ” (No:11400); İbn Mâce (No:3828) ve diğerleri en-Nu’mân b. Beşîr radiyallâhu anh’den. Bk. el-Elbânî,
Sahîhu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No:3407); Mişkâtü’l-Mesâbîh Tahkiki (No:2230);
Ahkâmu'l-Cenâiz (s. 246); Sahîhu’l-Edebi’l-Müfred (No: 550).
[ii] (SAHİH HADİS): Ahmed
(1/293, 303); Tirmizî (No:2516); İbn Ebî ‘Âsım “es-Sünne”
(Zılâlu’l-Cenne, No:315-318); Hâkim “el-Müstedrek’’ (3/541, thk. ‘Atâ’
No: 6303, thk. ‘Allûş No: 6357) ve diğerleri Abdullah b. ‘Abbâs radiyallâhu anhumâ’dan. Bk. el-Elbânî,
Sahîhu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No:7957); Şerhu’l-‘Akîdeti’t-Tahâviyye Tahkiki
(s. 266, 274 nolu dipnot); Mişkâtü’l-Mesâbîh Tahkiki (No:5302);
Zılâlu’l-Cenne (No:315-318).
[iii] (ZAYIF HADİS): Hadisi bu lafızla Taberânî el-Mu’cemu’l-Kebîr’de ‘Ubâde b. es-Sâmit radiyallâhu anh’den (el-Mu’cemu’l-Kebîr’de ‘Ubâde b. es-Sâmit’in Müsned’inin yer aldığı bölüm mâlesef kayıptır) (bk. Mecma‘u’z-Zevâid, 10/159)
rivâyet etmiş olup isnâdında Abdullah b. Lehî‘a (174/790) bulunmaktadır
ki, kitapları yandıktan sonra ezberi kötüleşmiş ve karıştırmaya
başlamıştır. Bu nedenle hadis âlimlerinin ekserisi Abdullah b. Mübârek
(181/797), Abdullah b. Vehb (197/812), Abdullah b. Yezîd el-Mukrî
(213/828) gibi bu olaydan önce O’ndan hadis dinleyen ya da Kuteybe b.
Sa‘id (240/854) gibi rivâyetlerini İbn Lehî‘a’dan semâan değil de belli
bir kitaptan yapan kişiler dışındaki râvilerin rivâyetlerini zayıf
görmüşlerdir. Burada hadisi İbn Lehî‘a’dan rivâyet eden Sa‘îd b. Kesîr
b. ‘Ufeyr (226/841) bu râvilerden değildir. Hadisi ayrıca buna yakın bir
lafızla Ahmed (5/317) ve İbn Sa’d “et-Tabakâtü’l-Kübrâ” (1/295) rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyet de ilgili neden ve ayrıca senedindeki adı zikredilmeyen bir râvi nedeniyle zayıftır. Bk. Mecma‘u’z-Zevâid (8/40); Müsned Tahkiki (37/381, 1 nolu dipnot). Ay. bk. İbn
Teymiyye “el-İstiğâse fi’r-Reddi ‘ale’l-Bekrî (s. 169, 184, 186, 199);
İbn Kesîr “Telhîsu’l-İstiğâse fi’r-Reddi ‘ale’l-Bekrî” (s. 153-155). Abdullah b. Lehî‘a hakkında daha geniş bilgi için bk. Ahmed
İsmâîl Şekvekânî ve Sâlih Osmân el-Lahhâm “Mu’cemu
Esâmi’r-Ruvâti’llezîne Terceme lehümü’l-‘Allâme Muhammed Nâsıruddîn
el-Elbânî Cerhan ve Ta’dîlen” (2/660-674).